İçeriğe geç

Gözü Doymamak atasözü mü deyim mi ?

Öğrenmenin Dönüştürücü Gücü: “Gözü Doymamak” Üzerine Pedagojik Bir Yorum

Eğitim, insanın sadece bilgiyle değil, değerlerle de biçimlendiği bir yolculuktur. Her dersin, her kelimenin, her deyimin içinde aslında insanın kendini ve çevresini anlama çabası yatar. Bir eğitimci olarak öğrencilerime sıkça söylediğim şey şudur: “Dil, düşüncenin aynasıdır.” Çünkü kelimeler, sadece iletişim aracı değil; öğrenmenin, kültürün ve karakterin yansımalarıdır. İşte bu noktada, sıkça duyduğumuz bir ifade olan “Gözü doymamak” deyimi, hem bireysel gelişim hem de pedagojik farkındalık açısından derin anlamlar taşır.

Gözü Doymamak: Atasözü mü, Deyim mi?

“Gözü doymamak”, Türkçede sık kullanılan bir deyimdir, atasözü değildir. Çünkü deyimler genellikle bir durumu, duyguyu veya kişilik özelliğini mecaz yoluyla anlatan kısa ifadelerdir; bir yargı veya öğüt içermezler. Atasözleri ise genellikle toplumsal deneyimlerin sonucu ortaya çıkan ve öğüt veren cümlelerdir.

“Gözü doymamak” deyimi, bir kişinin sahip olduklarıyla yetinmemesini, sürekli daha fazlasını istemesini anlatır. Bu ifade, öğrenme psikolojisi açısından değerlendirildiğinde hem olumlu hem de olumsuz yönleriyle ele alınabilir. Zira doyumsuzluk, bir yandan gelişme isteğinin göstergesi olabilirken, diğer yandan tatminsizlikle sonuçlanan bir içsel boşluk da yaratabilir.

Öğrenme Teorileri Bağlamında “Doyum” Kavramı

Bilişsel ve motivasyon temelli öğrenme teorileri, insanın öğrenme sürecini tatmin arayışıyla ilişkilendirir. Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde “kendini gerçekleştirme” basamağı, bireyin doyumsuzluğunun pozitif bir biçimidir; insan, sürekli daha iyiye ulaşmak ister. Bu anlamda “gözü doymamak”, öğrenme motivasyonunun yakıtıdır.

Ancak B.F. Skinner’ın davranışçı yaklaşımı, doyumun öğrenmenin pekiştirilmesi için gerekli olduğunu söyler. Eğer birey sürekli doyumsuzluk içindeyse, öğrenme süreci ödülden yoksun kalır ve motivasyon düşer. Dolayısıyla eğitimde denge önemlidir: Öğrencinin gözünü doyurmak, yani merakını tatmin ederken aynı zamanda onu yeni hedeflere yönlendirmek gerekir.

Pedagojik Yöntemlerle Öğrenme Doyumunu Geliştirmek

Eğitimciler olarak sıklıkla karşılaştığımız zorluklardan biri, öğrencilerin ilgisini canlı tutmak ve öğrenmeye karşı içsel motivasyonlarını korumaktır. “Gözü doymamak” ifadesini bu bağlamda yeniden yorumlarsak, öğretmenin görevi öğrencinin gözünü tamamen doyurmak değil, onu sürekli yeni keşiflere açık hale getirmektir.

Yapılandırmacı öğrenme yaklaşımı, bu süreci destekler. Öğrenci, bilgiye pasif biçimde değil, aktif katılımla ulaşır. Her yeni öğrenme deneyimi, bir öncekini besler ve genişletir. Bu, “olumlu doyumsuzluk” olarak tanımlanabilir — birey öğrendikçe daha fazlasını merak eder, keşfetmeye devam eder.

Bir başka pedagojik yaklaşım olan öz-düzenlemeli öğrenme, öğrencinin kendi öğrenme hedeflerini belirlemesini teşvik eder. Bu, bireyin doyum eşiğini kendisinin belirlemesini sağlar. Öğretmen bu süreçte rehberdir; öğrenciyi bilgiyle değil, öğrenme tutkusu ile doyurur.

Bireysel ve Toplumsal Doyum Arayışı

“Gözü doymamak” sadece bireysel bir özellik değil, aynı zamanda toplumsal bir yansımadır. Tüketim kültürüyle biçimlenen çağımızda, doyumsuzluk bir değer haline gelmiş gibidir. Oysa eğitim, bu dengesizliği fark ettirme gücüne sahiptir. Öğrencilerine paylaşmayı, şükran duymayı, anlamla dolu bir öğrenme süreci yaşamayı öğreten eğitim sistemi, sadece bilgi değil, değer kazandırır.

Birey, gözünü doyuramadığında sürekli daha fazlasını ister; ama “neden istediğini” fark etmediğinde öğrenme yüzeyde kalır. Bu nedenle eğitim, hem merakın hem de içsel tatminin rehberidir. Göz doyar, kalp öğrenmeye açılır.

Öğrenme Deneyimini Sorgulamak

Senin gözün neyle doyuyor? Yeni bilgiler mi seni motive ediyor, yoksa başkalarının başarısıyla kendini mi kıyaslıyorsun? Öğrencilerinle ya da kendinle olan öğrenme sürecinde, doyum noktanı hiç düşündün mü? Belki de öğrenmenin asıl gücü, doyumsuzluğunda değil, anlam bulduğun anlarda gizlidir.

Eğitimde amaç, gözün değil, zihnin doymasıdır. Çünkü bilgiyle dolan bir zihin, dünyayı daha derin, daha bilinçli ve daha merhametli görmeye başlar.

Sonuç: Gözü Doyurmak Değil, Gönlü Beslemek

“Gözü doymamak” bir deyimdir, ama aynı zamanda eğitimin içinde yeniden anlam kazanabilir. Gerçek öğrenme, tatminsizlikle değil, merakla sürer. Eğitimcinin rolü, öğrencinin gözünü değil; kalbini, merakını, anlam arayışını doyurmaktır. Çünkü bir toplumun gelişimi, bilgiyi ne kadar öğrendiğiyle değil, öğrendikleriyle ne kadar anlam bulduğu ile ölçülür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

şişli escort
Sitemap
tulipbetelexbett.net