IV. Murat Neden Şeyhülislam’ı İdam Ettirdi? İktidarın Kutsal Sınırında Bir Çatışma
Bir Güç Mücadelesinin Anatomisi
Osmanlı tarihinin en karizmatik, aynı zamanda en tartışmalı padişahlarından biri olan IV. Murat, yalnızca sert yönetim tarzıyla değil, dini otoriteyle yaşadığı gerilimlerle de anılır. “IV. Murat neden Şeyhülislam’ı idam ettirdi?” sorusu, yüzeyde bir infaz meselesi gibi görünse de, aslında iktidarın dini meşruiyetle hesaplaşmasıdır.
Bu olay, siyaset biliminin temel kavramlarından olan “meşruiyet” ve “otorite” arasındaki gerilimi anlamak açısından oldukça öğreticidir. Çünkü burada devletin teokratik yüzüyle merkezî mutlakiyetin soğuk eli karşı karşıya gelir.
IV. Murat’ın hükümranlığı, hem despotizmin hem de düzen arayışının doruk noktasıydı. Otoritesini sağlamlaştırmak için her türlü kurumu –ordu, saray ve hatta din adamlarını– kendi denetimine almak istiyordu.
Tarihsel Arka Plan: Kaosun İçinde Bir Dönüşüm
17. yüzyılın başları, Osmanlı için bir kriz ve kargaşa dönemiydi. Celali isyanları, ekonomik çöküş, yeniçeri disiplinsizliği ve saray entrikaları devletin temellerini sarsıyordu. Genç yaşta tahta çıkan IV. Murat, bu ortamda yalnızca bir padişah değil, adeta bir “düzen kurucu” olarak sahneye çıktı.
Ancak düzen arayışı, beraberinde sert bir merkeziyetçi anlayış getirdi. Ulema sınıfı –özellikle Şeyhülislam Ahizade Hüseyin Efendi– padişahın politikalarına eleştirel bir duruş sergilediğinde, bu eleştiriler doğrudan iktidarın mutlakiyet iddiasına yönelmiş sayılıyordu.
IV. Murat için meşruiyet, Allah’ın emrinden çok, devletin bekasıyla ölçülüyordu. Bu nedenle, Şeyhülislam’ın karşı çıkışı yalnızca bir fikir ayrılığı değil, bir iktidar meydan okuması olarak algılandı.
Din ve Devlet: Kutsal Otoritenin Sınırı
Osmanlı’da Şeyhülislam, sadece dini fetvalar veren biri değildi; aynı zamanda padişahın kararlarını meşrulaştıran, yani dinin diliyle iktidarı kutsayan bir kurumdu.
Ancak IV. Murat döneminde bu denge bozuldu. Padişah, mutlak iradesini dinin üstüne koymaya başlamıştı.
Ahizade Hüseyin Efendi’nin, padişahın bazı uygulamalarına –özellikle içki yasağındaki aşırılıklara ve baskıcı idam fermanlarına– karşı çıktığı bilinir. Bu eleştiri, yalnızca ahlaki bir duruş değil, aynı zamanda dini meşruiyetin sınırını koruma çabasıydı.
Fakat IV. Murat, bu tür itirazları “fitne” olarak gördü. Devletin düzenini koruma bahanesiyle, dini otoriteyi susturma hakkını kendinde buldu.
İktidarın Doğası: Meşruiyetin Sahibi Kim?
IV. Murat’ın Şeyhülislam’ı idam ettirmesi, bir kişinin ölümü değil, bir kurumsal iktidarın kırılması anlamına gelir.
Bu olay, devletin “dinin desteğine muhtaç mı, yoksa onun üzerinde mi?” sorusuna verdiği en radikal cevaptır.
Siyaset teorisi açısından bakıldığında, bu infaz sekülerleşme yönünde bir adım olarak da yorumlanabilir. Çünkü IV. Murat, Tanrı’nın değil, kendi iradesinin egemenliğini kurmuştur.
Ancak aynı zamanda bu olay, mutlak gücün sınır tanımaz hale geldiğinde nasıl tehlikeli bir hal aldığını da gösterir.
Güç kutsalın yerine geçerse, adalet nereye gider? Bir padişah, Tanrı’nın gölgesi olmaktan çıkıp Tanrı’nın sesi olduğunda, toplum nasıl soğur?
Bu sorular, yalnızca Osmanlı tarihinin değil, her otoriter rejimin kalbinde yankılanır.
Toplumsal Perspektif: Kadınların Sessiz Tanıklığı
Erkek merkezli bir iktidar düzeninde, kadınların sesi genellikle duyulmaz. Ancak IV. Murat döneminde saray kadınlarının –özellikle Valide Kösem Sultan’ın– siyasal etkisi büyüktü.
Kösem Sultan, kimi zaman denge unsuru, kimi zaman iktidarın gölgesindeki bir “sessiz akıl” olarak rol aldı.
Kadınlar, bu dönemde doğrudan güç sahibi olmasalar da, demokratik katılımın duygusal formunu temsil ettiler: barış, uzlaşı ve iletişim.
IV. Murat’ın Şeyhülislam’ı idam ettirmesi, bu kadınsı değerlere sırtını dönmesinin de bir göstergesiydi. Çünkü erkek gücü her zaman düzen ister, ama düzenin insani sıcaklığını kadınlar taşır.
Sonuç: Korkunun Sessiz İmparatorluğu
IV. Murat’ın Şeyhülislam’ı idam ettirmesi, tarihin en dramatik anlarından biridir. Bu olay, dini otoritenin siyasal iradeye boyun eğdirilmesinin sembolüdür.
Ama daha derin bir anlamı da vardır: Bu infaz, güç ile adaletin birbirinden kopuşunun başlangıcıdır.
Padişah, korku ile hükmetti, ama tarih bize her zaman şunu hatırlatır: Korku iktidar kurar, ama güven devlet yaratır.
Bugün bile şu soru geçerliliğini korur: Devlet, meşruiyetini korkudan mı almalı, yoksa vicdandan mı?
IV. Murat’ın hikâyesi, bize bu soruyu tekrar ve tekrar sordurur — çünkü tarihin soğuk saraylarında yankılanan tek ses, güçle sınanan adaletin sessiz çığlığıdır.